Silivri’ye ölmeye gittik başlıklı yazımda aynen şöyle demişim.
13 Aralık 2012 hayatımın unutulmayacak ender günlerinden en önemlisi olarak yüreğimde kalacaktır.
Aradan tam iki yıl geçti, halen yüreğimin derinliklerinde saklı tutmakta ve zaman zaman film şeridi gibi gözlerimden geçirmekteyim.
Ne gündü ama…
İnsanın iliklerine işleyen dondurucu soğuğa rağmen yüzbinlerce korkusuz yürek, kimimiz geceden, kimimiz henüz şafak vakti otobüslerle yollara koyulmuştuk.
Silivri bizim sevdamız olmuştu artık.
Sıcak demedik, soğuk demedik vız geldi bizlere…
Beş yılı aşkın kaç kez umutla yollara koyulduk unuttum…
Sonra süngüsü düşmüş asker gibi gözlerimizde birbirimizden saklamaya çalıştığımız yaşlarla, yangına dönmüş kalplerimizi orada bırakarak geri döndük.
Her türlü kahra rağmen yılmamış, yıkılmamıştık…
Bizler dışarıda, onlar buz gibi gün yüzü görmeyen küçücük hücrelerinde acı çekiyorduk.
Bu gidip gelmelerimizde anlamıştık, orada adalet yoktu, hukuk yoktu.
Sadece bir engizisyon mahkemesi vardı.
***
Sevdamıza koşuyorduk.
Sanki savaşa gidiyorduk.
Marşlar söylüyor diğer otobüslerdeki arkadaşlarımızla telefonla haberleşiyorduk.
Kararlıydık ve o Allah’ın belası zindanları yıkacak tutsaklarımızı çıkartacaktık.
Bizler gerçekten Çılgın Türklerdik.
Tek kelimeyle, Mustafa Kemal’in askerleriydik.
Yüz binler olarak oradaydık.
Bizleri isyan ettiren, bir türlü bitmeyen uzayıp giden mahkemeler, duruşmalardı.
Haksızlığa, adaletsizliğe karşı savaşacaktık…
120 milyon sayfalık komplo iddialarla bu mahkemeler asla bitmezdi.
Gazlara, ,barikatlara karşın Bastil zindanlarını kuşatmış, ablukaya almıştık.
Sadece bir komut bekliyorduk.
Yerlerde yuvarlandık, balçıklara battık ama yılmadık.
Duvarları yıkmadık ama Silivri’yi salladık.
Tüm Türkiye’nin gözü, kulağı oradaydı.
İşte bu hareketin sonu, özgürlüğün başlangıcıydı…
***
Şimdi basın özgürlüğü diye haykıranlar o zamanlar neredeydiler?
Sıcacık bürolarında, evlerinde ahkâm kesiyorlardı.
F Tipi yalakalar 1.dalga,2.dalgaları büyük bir zevkle manşetlerine taşıyorlardı. Şurada silah gömülmüş, burada bomba saklamışlar…
Mahkeme kararlarından, savcılık çağırısından önce baskınları duyuruyorlar, müneccim gibi önceden her şeyi biliyorlar, adeta mahkemeyi yönlendiriyorlardı.
Türk Ordusunu, aydınlarını yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Oda Tv ve Askeri Casusluk çeşit çeşit başlıklar atarak provokatörlük yapan F Tipi basının ceza getirecek duyurularına karşın Hükumet sadece izlemekle yetiniyordu.
Çünkü o zamanlar şimdi paralel yapı dedikleri ile içtikleri su ayrılmıyordu.
Sonra beraber yürüdükleri yollarda dikenler çıktı ve düşman kardeş oluverdiler.
Sebeplerden teki; Cemaatin İsrail ile birlikte hareket etmesi, yani Türkiye’yi Ortadoğu ’da ki din eksenli gerici Müslüman bir devlete dönüştürmek, devlete müdahale yetkisi istemesi yani pastadan daha büyük parça kopartmak olarak tanımlanıyor.
TSK dan sonra Gülen’e emniyeti teslim eden Erdoğan MİT’i de veriyor.
(Hani ne istediniz de vermedik diye feryat etmişti ya … )
Başbakanlıkta çıkan böcekler, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın özel yetkili savcı tarafından"şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağrılması "Tayyip Erdoğan'a yönelik okyanus ötesi tasfiye planı" olarak ortaya çıkması Erdoğan’ı bezdirmiş ve korkutmuştu.
Adeta Erdoğan’a meydan okunmuştu.
Erdoğan, Fidan’ın sadece sorgulama ile bırakılmayacağını tutuklanma ihtimalinin yüksek olduğunu anlamış, “kimse dokunulmaz değildir" şiarına ters düşerek, bir gecede torba yasa çıkartmış onu koruma zırhına almıştı.
Tüm bunlardan Erdoğan’ın paralel yapı diye dillendirdiği oluşumun içerisinde bizzat olduğunu ve her şeye göz yumduğunu anlamaktayız.
Neyse bu konular yeterince yazılıyor zaten.
Şimdi bu paralel yapının sesi olan gazetecilere tutuklamalar bundan ötürü yapılıyor.
Bu adamlara günahım kadar acımıyorum.
Bu olaya sadece Erdoğan intikam alıyor gözü ile bakmak yanlış olur.
Zira gerek aydınlarımıza, gerek Türk Ordusuna ve dolayısı ile bizlere çektirdikleri karşısında cezalarını daha beter çekmelidirler.
O Silivri’deki hâkim ve savcıların tutumları aklıma geldikçe halen içim bir tuhaf oluyor ve kin güden bir insan olmamama rağmen kinleniyorum.
Orada alikıran baş kesenlerdi hepsi.
Atarım sizi dışarı! tehditlerinden tutun, tutsaklarımıza tepeden bakmaları, hiçbir vicdana sığmayacak kararları ve yıllarca aileleri parçalamaları, suçsuz insanları zindanlara kapatarak hayatlarından çalmaları affedilemez.
Davaları izlerken bir gün öylesine içim yanmıştı ki:
İnşallah buralara düşerler onları ziyarete geliriz demiştim.
Şimdi bu gerçekleşecek sanırım.
Bunlar öylesine acımasız insanlar ki ben neden acıyayım?
O zindanlarda hastalanan, ölen insanların hepsinin vebali bunlarıdır.
Ergenekon’la başlayan tüm davaların hâkim ve savcılarının da aynı şekilde tutuklanıp Silivri’ye kapatılmalarını isterim.
Kimse bana basın özgürlüğü masalı anlatmasın.
Balbaylar, Tuncay Özkanlar, Soner Yalçınlar, Barışlar daha aklıma gelmeyen niceleri tutuklandıkları zaman neredeydiler?
Buradan eski başbakana da bir sözüm olacak.
Olayların içinde olarak neden 17 ve 25 Aralık’tan sonra Paralel yapı diye tutturdu?
İnlerine neden girmedi?
Daha önceleri nerelerdeydi acaba?
TC.Tünay Süer
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler