Çalıyorlar, çırpıyorlar, satıyorlar, savıyorlar, servet üstüne servet yapıyorlar…
Memlekette kamu malı bırakmadılar…
“Hep bana, Rab bana” diyorlar… Altta kalanın canı çıkıyor… Sadaka ekonomisi ile milleti uyutuyorlar… Bir de din sömürüsü ile…
Bir tas çorba… 5 kilo nohut…
Ve su içer gibi yalan söylüyorlar…
Dün ak dediklerine, bugün kara diyorlar…
Bir söyledikleri, bir söylediklerini tutmuyor…
Örneğin, 24 Mart 2011 günü TBMM’de yapılan görüşmede, “696 Sıra Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı” tartışılırken, bir ara “sataşma var” gerekçesiyle söz alan Bekir Bozdağ, aynen şunları söylemişti:
“BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sataşma vesilesiyle söz aldım. (…) Fethullah Gülen, bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır, bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmetini yapıyor, her şeyi de açık…” (TBMM, tutanaklarından)
Bugün Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ 360 derece dönerek, bu kez şu yorumu yapıyor:
"Eğer 17 Aralık olmasaydı veya geç olsaydı, millet bu yapılanmanın Türkiye içinde eriştiği gücün farkına varmamış olsaydı, Fethullah Gülen, Pennsylvania’dan Türkiye'ye Humeyni'nin İran'a dönüşü gibi dönebilirdi. Bu açıdan baktığımızda 17 Aralık, Türkiye'nin böylesi bir dönüşüme 'dur' dediği gün de olmuştur…"
“BİLGE İNSAN” BUGÜN TÜRKİYE TARAFINDAN KIRMIZI BÜLTENLE ARANAN İNSANA DÖNÜŞTÜ…
Ne garip, ne tuhaf bir yönetim bu…
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…
Yani bu yeni yoruma göre “17 Aralık yolsuzluk, rüşvet operasyonları” bir paralel yapı işidir, darbedir, tertiptir… Uydurma bir senaryodur. Tek iyi yanı, “Fethullah Gülen’in Türkiye’ye Humeyni gibi dönmesini” engellemek olmuştur…
Ama ortaya çıkan para kasalarından, ayakkabı kutularından, para sayma makinelerinden, sıfırlama tapelerinden hiç söz etmiyorlar… Ve faizi ile iade edilen paralardan… 17 Aralık bir tertipse o trilyonları, paralel yapı koymuşsa oraya, almasalardı ya…
Sanki bu “Paralel yapı” dedikleri tarikatçılarla onlar değil de ben iş yaptım…
Sanki emniyeti, yargıyı, orduyu Fethullah Gülen militanları ile ben doldurdum… Sanki“Onlar ne istediler de biz vermedik” diyen ve Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün altına milyarlık zırhlı aracı çeken devletin en yetkili kişisi bendim…
Sanki 17 Aralıkta rüşvetle, yolsuzlukla suçlananlar sütten çıkmış ak kaşık kadar temizdiler…
Bu milletin başına tarikatları, tekkeleri, Gülen’leri siz bela ettiniz, bebek katillerini adam yerine koyup, ona devlet başkanı gibi siz davrandınız…
Bir zamanlar, Recep Tayyip Başbakanken ne diyordu?
"... Bunlarla bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar... Bunun hesabını her yerde vereceklerdir. AK Parti Hükümeti olarak bugüne kadar terör örgütüyle hiç bir zaman masaya oturmadık hiç bir zaman da oturmayacağız."
Yardımcısı Bülent Arınç da aynı dili kullanıyordu:
“Bizim hayatımız çok şükür dünüyle bugünüyle, her şeyiyle ortadadır. Attığımız her adımın söylediğimiz her sözün, yaptığımız her işin hesabını verdik. Biz teröristle, örgütle pazarlık yapacak namussuz, şerefsizlerden değiliz.”
Ama sonra bir Beşir Atalay çıktı, iktidarın kapalı kapılar arkasında ne işler çevirdiğini kirli çamaşırlar gibi ortaya döktü:
“Beğenin ya da beğenmeyin, Öcalan Kürtlerin lideri. Bir mekanizma oluşturduk. MİT Öcalan’la görüşüyor. Biz BDP’lilerle görüşüyoruz, onlar da Kandil’le görüşüyor…”
DEVLET YÖNETMEK ÇOCUK OYUNCAĞI DEĞİLDİR BEYLER…
Hele hele devlet, bir yazboz tahtası hiç değildir.
Bir gün önce aldığın bir kararı bir gün sonra değiştireceksin. Bir gün önce “Kardeşim Esat” diye göklere uçurduğun devlet başkanını bir gün sonra “Eset” yapıp ona savaş açacaksın… Onu devirmek için elinden geleni ardına koymayacaksın…
Bir gün önce ''NATO Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya'da?” diyeceksin, bir gün sonra da “NATO’nun, ”Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmesi” gerektiğini savunacaksın…
Üstelik bugün AKP iktidarında Başbakan Yardımcılığı yapan Numan Kurtulmuş da, o yıllarda Recep Tayyip’i bu davranışından dolayı şiddetle eleştirmiş ve Başbakan’a “Bu ne saçmalık yahu Sayın Başbakan, Türkiye'nin NATO ittifakının içinde ne işi var” diye sormuştu?
Gördünüz mü Türkiye’de Siyasal İslamcılar politikayı nasıl yürütüyorlar?
Gördünüz mü söz konusu koltuk, makam, mevkii olunca ilke prensip, nasıl rafa kalkıyor…
Yok, öyle şey… Bu iş bu kadar basit değil…
Devlet yönetenlerin, devlet adamlarının, iktidarın, belirli politik bir hedefi, çizgisi, ilkesi olmalıdır… Olmazsa işte bugünkü rezil, yoz ortam ortaya çıkar…
Adam gibi ülke yönetmek istiyorlarsa, Günde kırk sefer sövüp saydıkları Yüce Önder Mustafa Kemal’in iç ve dış siyasetine baksınlar…
Devlet nasıl yönetilirmiş? Dünyada nasıl şeref, şan kazanılırmış, nasıl kişilikli bir politika izlenirmiş? Öğrensinler…
Politikacı yanardöner olmamalıdır… Bukalemun gibi renk değiştirmemelidir…
Hele hele din sömürüsü asla yapmamalıdır.
Din vicdan işidir, yürek işidir… Tanrı ile kul arasına kimse giremez…
Din, ticaret metaı, kazanç kapısı değildir…
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler