Sevgi mi dediniz?!... - Kemalistler -->

Sevgi mi dediniz?!...

Sevgi mi dediniz?!...

Tam da, “sevgi” sözcüğünün en çok tüketileceği haftaya damgasını vurdu, AKP’nin en çok ağlayan ağabeyi, kıdemlisi, yumuşak üslubu ile partinin iyi polisi rolünü üstleneni de diyebiliriz.  “Biz yüzde elli oy alıyoruz. Fakat geride kalan yüzde elli de bir nefret söylemine dönüşüyor. Eskiden sokağa çıkardık, taraftarımız bizi çok severdi. Karşıdaki muhaliflerde saygı duyardı. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Kemikleşme, kamplaşma var.” demiş.

Davutoğlu’nun kamuoyunda yerleşen “emanetçi” imajını yıkmak ve  kendisinin de bir güç olduğunu anlatmak için, giderek sertleşen üslubunun yanlışlığını şu sözlerle anlatmaya çalışmış: “Siyasette yumuşak dil çok önemlidir. Bağırarak, çağırarak, küçülterek, onu güçsüz kılarak bir noktaya getirdiğiniz zaman misal doğru mudur bilmiyorum ama kediyi çok sıkıştırırsanız yüzünüzü cırmalar. Davutoğlu yüzü gülen bir insan kimliğiyle çıktı. ‘Ben de modaya uyayım da bir gürleyeyim’ dememeli ……… Yüzü gülen bir insan, sözü yumuşak olan, tarihten gelip bugünü bilen bir insana ihtiyacımız varmış. Bu insanın siyasette şiddet dilini kullanmaması lazım.” diyerek, üslubu giderek sertleşen, sesi yükselen Başbakanlarına çeki düzen vermek isterken,  ülkeye çeki düzen vermesi için göreve getirilenin  çeki düzene ihtiyacı olduğunu cümle aleme duyurmuş. “Modaya uyayım…” sözü de manidar, modayı yaratanın da kendi partisinin başkanı olduğu anımsanınca… “Emanet ehlinde olmalı. Onun bunun yakınında, tarafında, şurasında, burasında kesinlikle olmaz. ANAP’ı yıkan budur, DYP’yi yıkan budur. CHP’yi bu halde bırakan budur.” diye de bir tespiti  var. Emanet dediği parti ise, emanetçi kim oluyor?!...

Sistem partilerinin nasıl operasyonlarla boşaltıldığı, ayrı bir yazının konusu olacak kadar derin. Buradaki mesajda, bir ince eleştiri var, partinin ehil ellerde olmadığı iması… Ve bu, bugün emaneti elinde tutanın üslubu üzerinden, nefret yaratılıyor telkini ile anlatılıyor. Ayrıca yüzde elli kemikleşmiş destek var algısı yerleştirilmeye çalışılıyor. Satır aralarından çıkan anlam bu. Ancak, AKP’nin politikalarını başından bu yana onaylamayan ve eleştirenlere giydirilen “nefret”, bu çok ileri bir sözcük. Evet AKP,  yukarıda en yetkili ağızın söz ettiği yüzde elli değil, korkuyu çekip alsanız çok daha fazla bir kesimce sevilmeyen bir parti. Şimdiki Cumhurbaşkanları, Başbakanlık makamındayken;  “Altını çiziyorum! Modern, dindar gençlikten bahsediyorum! Dilinin, dininin, beyninin, ırzının, ilminin, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum!” dememiş miydi?!..  “Dindar ve kindar” bir gençlik isteniyor yorumları yapılmıştı. Refah Partisi sürecinde zamanın Kayseri Belediye Başkanı’nın, 10 Kasım töreninde, “İçinizdeki kini saklayın!” seslenişini anımsatmıştı bu söylem…

Cumhuriyet, fazilet ve sevgiyi çağrıştırıyor; karşıt ideoloji ise, korku, baskı, nefret, kin… gibi duyguları. Cumhuriyet’in birleştirici temel felsefesinden uzaklaştırıldıkça karşıtlıklar üzerinden yürütülen siyasetle ayrıştırılıyoruz. Bakınız, en yetkili ağızlar partilerini nefretle tanımlar hale gelmişler. Bir kesimi nefret eden olarak görüp göstererek, toplumda yeni bir ayrım da çıkarılıyor ortaya. Doğru tanım; din üzerinden siyasetin yaygınlaşmasından tedirgin olan kesitlerin, Cumhuriyet değerlerine mesafesini her vesile ile ortaya koyan siyasal partinin korku ve baskı üzerinden aşırılaşması, adalet duygumuzun haksızca üretilen  dava , tutukluluk ve yargılamalarla yok edilmesi, fiili olarak başkalaştırılan rejimi, anayasa ile kalıcılaştırarak iktidara iyice yerleşme özlemi, iktidarın seçim yolu ile değiştirilebilmesi olanağının ortadan kaldırılması çabalarından duyulan endişedir.

Cumhuriyet, kin ve nefret üzerine kurulmadı. Bugün dünyanın bir ucu Küba’ya kadar pek çok ülkede Atatürk anıtları varsa, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın lider kabul ettiği Atatürk’ün iktidarını  sevgi ile kurmuş olmasından, farklı unsurları bir araya getiren söylemlerle, ötekileştirmek yerine, yurttaş, vatandaş kimliğinde, tek bir devlet, tek bir ulus çatısı altında birleştirmesindendir.

Atatürk’e karşı açıkça cephe alanların Meclis çatısına taşınıp, çoğunluğu oluşturduğu süreçlerde dahi, ulusun hala sevgi ile anıp, şükran ve minnet duygularını dile getirmesi, lider denilince ilk akla gelenlerden olması, dünya liderleri arasında öneminin gün geçtikçe artmasının nedeni, kendisini değil, kurduğu devleti kalıcılaştırma çabasındandır.

Kibir, tepeden bakma, hor görme, azarlama, ötekileştirme, din ve etnik üzerinden farklılıklara vurgu üzerinden siyaset yapma, alt  kimlikleri kayırıyor gibi üst kimliği baskılayan politikalar…. günümüzün baskıcı siyasetinin yöntemleri.  Nitekim; “İnsanlara hükmeden, dayatan bir siyaset dilini kullanmamak lazım. Hele hele hakaret edici, küçültücü hiçbir davranışın içinde olmamalıyız.” diye eleştirmiş  kıdemli AKP sözcüsü… Kendileri de farkındalar iktidarlarının toplumun sevgisi değil, baskı ve korku üzerinde kurulu olduğunun… Söylemediği tek şey kalmış; böyle nereye kadar devam eder?

Siyaset dilinde tüm bunlara “kayıkçı kavgası” denir. Gündem bunlarla meşgul edilip toplum oyalanmakta. Kapitalizmin “sevgililer günü” üzerinden piyasayı hareketlendirerek tükenen ömrüne tüketimle nefes aldırdığı, “sevgi” teması üzerinden edebiyatlar  çoğaltılırken, birbirimizin eline tutuşturduğumuz maddi değerlere indirgendiği  şu süreçlerde, nefret söyleminin gündeme düşmesi anlamlı geldi.

Sözcüklere indirgenen değerlerin, onları sahipleniyor gibi yapanlarca boşaltıldığı süreçte, güne anlam ve önem veren “sevgi” sözcüğü üzerinden edebiyat yapamayacağım için; sadece, “yaşıyor ve yaşatılıyor olmasıdır önemli olan” diyeceğim. Sonuçta bir duygudan, hissetmekten söz ediyoruz.

Tüm karşı hareketlere rağmen, Atatürk sevgisinde birleşen bir ulusumuz var. Sevgi paylaştıkça büyür. Biz bu duyguyu paylaşarak büyüdük, devletimizi de büyüttük. Sevgili Atamızın emaneti Cumhuriyet’e bağlılığımız sevgiden de öte; biz bizi var eden Cumhuriyet’e sevdalıyız.

Yok olmamak, var olma nedenimize sıkı sıkı sarılmaktan geçiyor. “Yeniden Kemalizm” diyen bir hareket bizi yeniden diriltir, kin ve nefret söylemlerinden arındırır. Bunu adında Cumhuriyet olan kurumlar yapmasın, yapamasın diye oynanan oyunlar da hep bu kin ve nefret ikliminin ürünü değil mi?

Sevgi mi dediniz? O bizim ülkemizde Atatürk ve eserleri anlamına geliyor. Nefret kötü bir duygu. Koparan, bölen, insanca değerlerden uzaklaştıran. Bizler, “Yurtta barış, Cihanda barış” diyerek, insan sevgisini evrenselleştiren bir liderin takipçileriyiz. Sevgi sözcüklerinin savrulup, bolca tüketileceği bir günde silkinmeyi, bizi bir araya getiren sevdamızda, ortak paydamız Cumhuriyetimizde  birleşmeyi, yeniden güçlenmeyi anımsatmak istedim. Önümüzdeki süreçte güce daha fazla gereksinimimiz olacak.

Kim emanetçi, kim değil, kim kimin yerine gelecek gibi, kayıkçı kavgası ile  oyalanırken, ABD başkanı Obama; geçtiğimiz Çarşamba günü, üç yıllık bir süre için “Coğrafi sınırları belirsiz askeri harekat izni” için Kongre’ye teklif götürdü. Bunun Clinton’ın deyimi ile “21. Yüzyıla şekil verecek ülke Türkiye”(!) ile ilgisi yok diyemezsiniz. ABD’nin çıkarlarını Türkiye üzerinden ve Türkiye ile kollayacağı mesajının, yürütülen ve yürütülecek politikalar açısından bugünlerde daha doğru değerlendirilmesi gerekir. Coğrafyamızda ülkemizin de içine çekileceği sıcak günler fazla uzakta değilken, ülke gündeminin boş tartışmalara kilitlenmiş olması ve bizlerin de içine bir şekilde çekiliyor oluşumuz kaygı verici.

Benzer içerikleri okumaya devam et

Benzer içerikler

© Copyright 2019 Kemalistler | All Right Reserved