Ortalık Hain Kaynıyor… - Kemalistler -->

Ortalık Hain Kaynıyor…

Ortalık Hain Kaynıyor…

Emperyalizm, “Ermeni Soykırımı” bahanesi ile Türkiye’ye saldırıya geçti…

Hedef yeniden Sevr’i hortlatmak ve 1. Dünya Savaşında yapamadıklarını 21. Yüzyılda yapmak, Kurtuluş Savaşının öcünü almak… Ülkeyi parçalamak, Ermenilere “Toprak ve tazminat verme hakkını” oluşturmak…

Emperyalizmin ortakları liboşlar, enteller, hümanist bozuntuları, Kürtçüler de onlarla birlikte ayağa kalktılar. Bir zamanlar nasıl “Ergenekon yalanına” sarıldılarsa, bugün de sömürgeci devletlerin “Ermeni Soykırımı” yalanına sarılıyorlar…

“Geçmişimizle yüzleşelim, hesaplaşalım” nidaları ile çığırtkanlık yapıyorlar…

Bu türden protestolar ancak bizim ülkemizde görülür. Siz bir Amerikalının “Biz çok Kızılderili kıyımı yaptık, biz zencileri çok aşağıladık, onlara çok zulmettik, geçmişimizle yüzleşelim, hesaplaşalım…” dediğini duydunuz mu hiç?

Peki, bir Alman, Fransız, İtalyan ya da bir İsveçli bu konuyu gündeme getirdi mi?“Amerikalılardan ya da Nazilerden yaptıklarının hesabını soralım” dedi mi hiç?

Ben duymadım, görmedim…

Ama “Emperyalizme göbekten bağlı” bu mandacı liboşlar, enteller, ortamına göre Bukalemun gibi renk değiştirip bir anda Ermeni olurlar, Kürt olurlar, Amerikalı olurlar.

Bu bir kimlik bunalımıdır, kültür yozlaşmasıdır. Hayınlıktır… Türk’ün, Türklüğün inkarıdır. Emperyalizm onları etnik, dinsel temelde yeniden şekillendirmiş, “Ucube bir aydın tipi”yaratmıştır.

Bu dönemler, Osmanlı’nın son zamanlarında görüldüğü gibi, yabancı baskısının arttığı, yurdumuzu parçalamak için emperyalizmin kolları, bacakları, elleri, kafası, gözü yani tüm gövdesiyle ülkemize girdiği, tüm gücünü seferber ettiği dönemlerdir.

İşte böyle dönemlerde ortaya çıkar kimlik bunalımı yaşayan bu hainler. Bu dönemlerde etnik ve dinsel farklılıklar kaşınır. Enteller, neoliberaler “insan hakları” perdesinin arkasında çeşitli çıkar oyunları oynarlar.

İşbirlikçiler, mandacılar, vatan satıcıları böyle dönemlerde kulluğa soyunurlar.

Onlar bilirler ki “Nobel Ödülleri” bu dönemlerde gelir… TV’lerde, açık oturumlarda, panellerde bol bol konuşurlar, söz sahibi olurlar, nemalanırlar… Hem içeriden hem dışarıdan ödüllendirilirler…

“Türkiye’nin yüzde 10’luk hain kontenjanı var” diyen değerli üstat, yüce yurtsever ATTİLA İLHAN bu konuda şunları söyler:

"İşte yeniden Tanzimat zihniyeti, yeniden mandacılık. Üstelik bu hainlerin içinde kendisine solcu diyenler var. Hadi şeriatçıları, bölücüleri, liberalleri anlıyorum, ama bu namussuzlar kendine solcu deyip Türkiye'yi pazarlayanlar. Al birini vur ötekine. Bak, bazı televizyon kanallarında her hafta hep birlikte boy gösteriyorlar, söylediklerini alt alta yaz, oku, ihanet belgesi çıkar."  ("Attilâ İlhan'la Bin Saat", Erol Manisalı)

Bu ülke çok ihanet gördü, çok ateş çemberinden geçti…

Karanlıkla aydınlığın bu hesaplaşması, ilkçağlardan başlayarak yüzyıllarca sürdü ve bugünlere taşındı.

Tarih çarkını geriye çevirme girişimleri ülkemizde de sıkça karşılaştığımız olaylardandır. Bilim ve değişim düşmanı şeriatçılar, bölücüler, işbirlikçiler ortamı ve koşulları elverişli buldukları anda başlarını daha çok kaldırmışlar, daha çok şey istemişlerdir. Bugün olduğu gibi…

Ama işin daha kötü yanı, bu gerici, bölücü ihanet çeteleri, bağımsızlık savaşı yeren ulusalcı güçlere karşı, her zaman, yabancı devletlerle işbirliğine girerek onları arkadan hançerlemiş, "hıyaneti vatan" suçu işlemişlerdir. Zaten siyasal İslamcıların, tarihinde"emperyalizmi ülkeden kovmak" diye bir sorunları olmamıştır, bu konuda herhangi bir çabaları da yoktur.

Denilebilir ki Kurtuluş Savaşı sadece dış düşmanlara karşı verilmiş bir savaş değildir; o aynı zamanda "şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit eden; gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunan" işbirlikçiler ordusuna karşı da verilmiş bir savaştır.

Atatürk bir yandan "Ya istiklâl ya ölüm" parolası kılavuzluğunda yedi düvelle savaşırken, bir yandan da içerideki "hıyanet çeteleri"ni etkisiz duruma getirmeye çalışıyordu.

Zaman zaman en yakın arkadaşları bile onun düşüncelerine, eylemlerine katılmak istemediler.

"Bolu Mebusu" Cevat Abbas Gürer'in anılarında belirttiğine göre Mustafa Kemal, 26 Ağustos'ta başlayacak "Büyük Taarruz"u yönetmek üzere savaş alanına gidişini bile saklı tutmak zorunda kalmıştı.

Cepheye 19 Ağustos gecesi hareket edecekti. Bu hareketini gizleyebilmek için Anadolu Ajansı, gazetelerde Atatürk'ün "Çankaya'da çay ziyafeti verdiği" haberini yaymakta idi. Onun böyle önlemler alması elbette yerinde ve gerekli bir davranıştı. Hainler pusuda bekliyorlardı çünkü.

İçerideki ve dışarıdaki efendilerine yaranabilmek için yapamayacakları şey yoktu. Örneğin Bandırma'da yayımlanan "Adalet" gazetesi, "Büyük Taarruz" un başlamasına iki gün kala şunları yazıyordu: "Hürriyetin ilanında muharebeler dolayısıyla milleti mahv ve perişan eden Talat, Cemal, Mahmut Şevket, Enver de gitti. Hamd olsun, darısı, cani Mustafa Kemal başına..." (24 Ağustos 1922)

Bu ihanet belgesinin yer aldığı gazetenin sahibi Ali Sami, Abdülhamit'in yaveriydi. Tarih sayfalarına adı "Hain Ali Sami" olarak geçti.

Yeminli Atatürk, Cumhuriyet, Türk, Türklük düşmanları şu gerçeği bilmelidirler ki: Kurtuluş Savaşında hainler, vatan satıcıları nasıl temizlendilerse, bugün de aynı yöntemlerle temizleneceklerdir…

İHANETLERİNİN HESABI BİR GÜN MUTLAKA SORULACAKTIR…

(alieralp37@gmail.com)

Benzer içerikleri okumaya devam et

Benzer içerikler

© Copyright 2019 Kemalistler | All Right Reserved