Alıntı Yazarlar -->

"Adi"lere market kuyruğu!.. - Ahmet Takan


Dayatılan yeni rejimin pazarlanan algı malzemelerinden biri neydi?.. Bakanlar siyasetçi olmayacaktı.
Teknokrat ağırlıklı, kendi iş alanında çok uzman olacaktı. Milletvekillerinin siyasi baskıları altında kalmadan çok rahat çalışıp icraat yapacaklarından halkın sorunları ile daha yakından ilgileneceklerdi. Hatta bu algı daha iyi satın alınsın diye milletvekili, bakan olarak atanırsa istifa  şartı da getirildi. Yani, bakanların siyasetle falan işi gücü olmayıp sadece ve sadece hizmete yöneleceklerdi... Güya, günlük siyasetin dışında  bağımsız olacaklardı!..

24 Haziran seçimlerinden sonra aynı ekonominin uçtuğu gibi başkanlık kabinesinin bakanları da kanatlandı!.. O, bağımsız olacak diye millete pazarlanan bakanların hepsi 31 Mart seçimleri için sahaya dağıtıldı. Zat-ı muhteremler birer azılı AKP militanı kesiliverdi. Devlet imkanlarını parti hizmetinde fütursuzca  kullandıkları yetmiyormuş gibi kendilerinden olmayanlara karşı kullanılan kirli siyaset diline, tehdit ve şantajlara gönüllü ortak oluverdiler.  En son örneği olur mu bilemem!.. Tarım ve Orman Bakanı bekir pakdemirli Amasya Taşova'da, muhalefete yönelik  "Bu adilere sandıkta derslerini verecek misiniz?"  diyerek seçim mitingi yaptı. O kafa, millete "varlık kuyruğu" diye yutturulmaya çalışılan tanzim satışların proje ortağı... Çiftçisi, hayvancısı, köylüsü perişan olan bir milletin Tarım  Bakanı kendi insanına meydanlarda hakaret yağdırıyor... Onun mentalitesine göre; patlıcanı, domatesi, patatesi, soğanı  kilosu 10 liradan yiyenler eğer AKP'ye oy vermezlerse adidir!... Yurtdışından getirilen hastalıklı etlere dahi kasabın vitrininden bakanlar, evlerine  kıyma götüremeyenler bekir pakdemirli'nin hizmet ettiği partiye  oy vermezse daha da adidir!.. Hatta 50 milyon dolar bulunamayıp da  Katar ordusuna devredilen tank palet fabrikası gerçeğinin yaşandığı , çiftçinin Ziraat Bankası'ndan ilgisiz sektörlere milyon dolar kredi verildiği ülkemde AKP'ye oy vermezsek adioğlu adiyiz!.. Çocuklarımız işsizlikten kırılırken, KPSS'yi kazandıkları halde AKP'den "hamili kart yakinimdir" kartı getiremedikleri için  evde sırt üstü yatarken, mülakat sınavlarında "reis"in 5 önemli özelliğini bilemediklerinden elenirken, al yanaklı tosuncukların  önce belediye özel kalemlerine atanıp sonra da sınavsız  devlet memuru yapıldığı ülkemde, bekir pakdemir'linin  sadakatle hizmet ettiği partisine oy vermezsek şerefsizin ta kendisi hatta en önde gideniyiz!..

***

Bu nefret dili artık can sıkıcı olmaktan da öteye geçti. Türkiye'yi terk edip de başka ülkelere göçenlere kızardım ama neredeyse hak verecek hale geliyorum. Tüy dikiyorlar tüy!.. Şu hale bakın; Kendi milletine en aşağılık hakaretler eden bakan efendi ertesi gün çıkıyor özür dilemiyor yeni bir tezgah projesini utanmadan sıkılmadan kamuoyuna ilan ediyor. Neymiş efendim?.. Tanzim satışı 5  büyük market zinciri ile yaygınlaştıracaklarmış..."Artık tanzim satış noktaları haricinde zincir mağazalarada mal tedarikini Tarım Kredi Kooperatifleri vasıtasıyla yapmaya başlıyacaklar"mış... Peki, daha önce aklınız neredeydi?.. Eğer, gerçek maksadınız, ekonomik krizi örtmek değil de pahallılığı dizginlemekse bu uygulamayı baştan yapmak çok mu zordu?.. Kazın ayağı öyle değil!.. Daha önceki bir yazımda, seçim tezgahı olarak hazırlanan tanzim satış projesinin hazineden yani senin benim paramla sübvanse edildiğini ve ayrılan kaynağın da kurumak üzere olduğunu kaleme almıştım. Konuyu yakından izleyen tüm uzmanlar da uygulamanın sürdürülebilir olmadığını, 31 Mart'tan sonra tanzim satışların kepenk kapatacağını haykırıyorlardı. Anlayacağınız, milletine "adi" diyen bakan bekir pakdemirli tanzim satışların kapatılmasına yönelik yumuşak geçiş formülünü açıkladı. Adi olmakla suçladığı milletini bir kez daha keriz konumuna sokuverdi!.. Tanzim satış oyununu sesini duyurabildiği ölçüde anlatmaya çalışan.

Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör, YENİÇAĞ'a tepkisini şöyle dile getirdi:
"Tanzim satışlar fiyaskoyla sonuçlanacak zaten söyledik bunu. Sürdürülebilirliği yok. 31 Mart'tan sonra tanzim satışlar biter, kalmaz. Marketlerden, manavlardan satış yapılacak. Büyük ihtimalle fiyatlar yükselecektir. Ekim alanları büyük ölçüde daralışta, üretici yeterli derecede desteklenmezse, üretici sebzeyi ekmezse, arz talep dengesine göre fiyatlar yükselecektir. Bakın Mart'ın sonuna gelindi. 30 gün sonra yeni patatesler çıkıyor. Bu patateslerin maliyeti 4 lira. Bir kilo patatesin maliyeti 4 lira. Üretici bunu ancak 4 buçuk liraya, 5 liraya satarsa kâr edebilir. Bu ithalat 2 lira ile olursa bunun çözülmesi mümkün değil. Yeni patates üreticilerine darbe vuruyorsunuz. 2 liraya dışarıdan 200 bin ton patates ithali izni verildi. Bunları getirteceksiniz, üreticinin elindeki patatesi zor duruma sokacaksınız. Satamayacaklar, düşük fiyata mahkum edeceksiniz. 4 liraya mal ettiğini 2 liraya, 2 buçuk liraya mı satsın? Bunun sürdürülebilirliği yok. Soğan da böyle. Tarım politikaları yok ortada maalesef. Bakandan bakana değişen politika izleniyor. Her gelen bakan daha önceki bakanın politikalarını beğenmeyip yeni bir politikaya geçiyor."

Hazır olun "adi"ler!..31 Mart'tan sonra aşırı pahallığının tek sorumlusu dış güçlerin piyonu marketler olacak!.. Hep beraber, "kahrol düşman market, al sana bomba!" yapacağız!..


Kaynak Yeniçağ: "Adi"lere market kuyruğu!.. - Ahmet TAKAN

‘FETÖ’ kazındıkça altından AKP çıkıyor

“Devletin genel politikası çerçevesinde yönetim kurulu kararı ve bağlı olunan bakanlığın uygun görüşü veya muvaffakatı ile alımların gerçekleştiğini” söylüyor İbrahim Şahin.
Ne için?
Yönetim kurulu başkanlığı yaptığı dönemde TRT’ye alınanların yüzde 84’ünün “FETÖ”cü olduğu ortaya çıktığı için.
Alican Uludağ’ın dün Cumhuriyet’te manşetten yayımlanan haberi ‘AKP-FETÖ’ ortaklığının en önemli delillerinden biridir.
Şahin, açıkça hükümeti ve TRT’nin bağlı olduğu dönemin başbakan yardımcılarını suçluyor: “Samanyolu grubundan gelenlerin FETÖ’cü olduğunubilmiyordum. Yayın politikaları hükümet, devlet, AK Parti yanlısı görüldüğünden bunların geçişine izin verildi.”
“Hükümet istedi biz de aldık” diyor açıkça.
Sadece TRT’de de değil cemaatin “kendilerine gösterilen olumlu yaklaşım ile” devletin hemen tüm kurumlarında kadrolaştıklarını anlatıyor.
Olumlu yaklaşımı gösteren kim? AKP...
Şahin, bu itirafları yapınca sonuç ne oluyor?
Dosya “takipsizlik” verilerek kapatılıyor. Dosya kapanıyor ama gerçekler kapanmıyor. Eski İstanbul Valisi ve eski Emniyet Müdürü ‘FETÖ’cü oldukları için tutuklanıyor. Eski Emniyet Müdürü Hüseyin ÇapkınMehmet Ağar’ın “kefilliğiyle” tahliye ediliyor, eski vali Hüseyin Avni Mutlu’nun tutukluluğu devam ediyor. Mahkemede tanık olarak ifade veren eski bir “itirafçı” emniyet müdürü ne diyor:
“İstanbul’da 120 emniyet müdürü vardı. Bunlardan 75-80’i cemaattendi. Türkiye genelinde ise bu oran rütbelilerde yüzde 70’in altına düşmez. Polismemurlarında ise yüzde 50’nin altında olacağını sanmıyorum.”
Mahkeme Başkanı Çapkın’a soruyor:

“Bu kadar çok FETÖ’cünün o dönem emniyette olmasını hiç fark etmediniz mi?”
Çapkın ne diyor:
“Bugünkü bilgilerin onda biri o gün bilinseydi, kesinlikle ifşa ederdik. Ancak o dönemde bunların FETÖ’cü oldukları bu şekliyle bilinmiyordu.”
Hükümetin atadığı vali ve emniyet müdürü “FETÖ”cü yapılanmayı biliyor anlayacağınız. Onlar yargılanıyor ama onları atayanlar ıslık çalmaya devam ediyor.
Adana’nın Ceyhan eski belediye başkanı da önceki gün “FETÖ”den tutuklandı. CHP’li filan değil AKP’li.
Usulsüzlük, eşini belediye başkan yardımcısı yaparak özel nüfuz kullanmak, imar uygulamalarında menfaate dayalı işler yapmak suçlamalarıyla AKP’den ihraç edilmişti Alemdar Öztürk. 15 Haziran’da da görevden alınmıştı.
Şimdi de üç belediye meclis üyesi, dört belediye çalışanı ve iki Ceyhan Ticaret Odası üyesiyle birlikte gözaltına alınıp “FETÖ’ye belediyeden kaynak aktardığı, finans sağladığı” gerekçesiyle tutuklandı. Şimdi anladınız mı “kökünü kazıyıncaya kadar” deyip durdukları cemaatle ortaklıklarının boyutunun ne olduğunu. Birini kazıyın altından diğeri çıkıyor. Mesele kimi hain ilan edip kimlerle aynı yolu yürüyeceklerine karar vermeleri. Yoksa “parselparsel satanları” da mahkeme karşısına çıkarmaları gerekmez miydi?
Sırf bu üç olay bile “FETÖ”nün devletin bütün kurumlarına nasıl “sızdığının” değil nasıl “yerleştirildiğinin” kanıtıdır. Ve bu iş öyle dosyaları kapatmakla ya da Yargıtay’ın “kaçınılmaz hata” demesiyle kapanmaz da, aklanmaz da.
Aradıkları suçlu için arada bir aynaya baksalar yeterli.



AYŞE YILDIRIM - Cumhuriyet com tr  - 21 Aralık 2017

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/890276/_FETO__kazindikca_altindan_AKP_cikiyor.html

TKP'nin 1930'lu Yıllardaki Altı Ok ve Atatürk Değerlendirmesi



Attila İlhan, Bilim ve Ütopya  dergisinin bayilerde bulunan Kasım 2016 sayısını görseydi, çok heyecanlanırdı. Hemen kaleme sarılırdı. Kemalist Devrim konusundaki Komintern belgelerini yayımladığımız zaman, en büyük ilgiyi o göstermişti. 1975’te Halkın Sesi’nde Kemalist Devrim dizisi çıkınca aramıştı. Arkadaşlığımız öyle başladı. 2005 yılı Ekim'inde aramızdan ayrılana kadar o belgeler üzerine o kadar çok yazdı ki, derlense kitap olur.


RUS ARŞİVLERİNDEN YENİ BELGELER

Mehmet Perinçek, Rusya arşivlerinden yeni belgeler buldu. Bu belgeler, Bilim ve Ütopya  dergisinin son sayısında yayımlandı. Belgeler, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki yıllara ait. Başta  Şefik Hüsnü Değmer  ve  Reşat Fuat Baraner  olmak üzere TKP’nin o yıllardaki önderlerinin ve Moskova’daki temsilcilerinin kalemlerinden çıkmış olan rapor ve mektuplar ilk kez yayımlanıyor.


SOSYALİST DEVRİM DEĞİL DEMOKRATİK DEVRİM AŞAMASI

Belgelerde Kemalist Devrimin kazanımları ve başarılarına dikkat çekiliyor, millî kurtuluş savaşının devrimci geleneklerine sahip çıkılıyor ve Türkiye’nin Burjuva Demokratik Devrim aşamasında bulunduğu vurgulanıyor. Buna bağlı olarak burjuvazinin özellikle Alman emperyalizmine karşı konumlanan kesimleriyle ittifak savunuluyor. “Türk halkının çıkarları” için mücadele öne çıkarılıyor ve vatanını seven Türklerin bütün güçlerini birleştirme görevi konuyor. Türk komünistlerinin “kanları ve canlarıyla kendi vatanları olan Türkiye’nin has evlâtları” oldukları belirtiliyor. Savaş tehdidi göz önünde tutularak, Türk Ordusunun güçlendirilmesi gerektiği önemle saptanıyor:

“Her şekilde ordumuzu güçlendirmemiz lâzım. Bilincini geliştirmemiz, onu Türkiye’nin barışçıl ve özgür gelişimini hedef alan Türk halkının bütün düşmanlarına karşı barış ve bağımsızlık için uzlaşmaz ve fedakâr mücadele ruhuyla eğitmemiz lâzım.”

TKP önderleri, Türkiye’nin bağımsızlığının tehlikeye düşmesi durumunda, Ordunun ilk neferleri olacaklarını ilan ediyorlar.


PROGRAM: ALTI OK

TKP önderleri, Atatürk tarafından 1937 yılında Anayasanın başına alınan Altı Ok’u millî güçlerin ortak programı olarak saptıyorlar ve daha ileriye taşıyacaklarını belirtiyorlar. Bilindiği gibi  Hikmet Kıvılcımlı da 1954 yılında Vatan Partisi Programını Altı Ok üzerine inşa etmişti.





GÜNÜMÜZ İÇİN DERSLER

Yazılarda TKP’nin özeleştirileri de var. Özellikle millî devrimin kazanımlarının ve geleneklerinin önemini yeterince anlamadıkları için siyasette etkin konuma gelemedikleri üzerinde duruyorlar. Kemalist Devrimin başarılarının inkâr edilmesi yüzünden kitlelerle birleşemediklerini vurguluyorlar. Yönetimin yalnız olumsuz yönlerini gördükleri ve hükümeti yalnızca kötüledikleri için halktan koptuklarını belirtiyorlar.

Yayımlanan belgelerde bir hayli ders var. Özellikle Solculuğu her yapılan işe olumsuz tavır almak sananlar için.

Bugün Solculuğu millî olan her şeye düşmanlık olarak tanımlayanların özellikle okumalarını öneririz.

Solcu, olumsuz değil, olumludur.

Solculuk, yıkıcılık değil, yapıcılıktır.

Yapıcı olamayan, eskiyen sistemi yıkamaz. Çünkü yerine koyacağı bir şeyi yoktur.


ATTİLA İLHAN’A ÖZLEM

Attila İlhan, son zamanlarında Mehmet Perinçek’i “benim yaptığım işleri sen devam ettireceksin” diye şevklendirirdi. Bilim ve Ütopya’nın son sayısını O’nu anarak okudum.

Evet, çağımızın bütün devrimleri vatan savaşında oldu.

Millî olmayan bir Solculuk, halkıyla hiçbir coğrafyada birleşemedi. Vatansız Solculuk, devrim yapamadı, devrimci bile olamadı ve bütün tecrübelerinde karşıdevrimin hizmetine girdi.

Vatansız Solculuk, Çağımızda Gelişen ve Mazlum Ülkelerdeki bütün vatansız gruplar gibi emperyalizme hizmetten başka bir iş yapmamıştır ve bu nedenle Aşırı Sağcılığın bir kolu olmuştur.


DOĞU PERİNÇEK - AYDINLIK GAZETESİ


Asansör Paşası



Noel arefesi…
Lefkoşa.
Kumsal mahallesi.
Numara 2.
Tek katlı, bahçeli ev.
Saat 22 suları.
Hava ayaz.
Boğuk, tok vuruşlar yırtıyor geceyi aniden, trok trok trok…
Kalleş basıyor.

*

Mürüvvet hanım lambaları söndürüyor telaşla… Hakan kucağında, uyuyor. Bebe henüz, 10 aylık… Dalıyor çocukların odasına, öbür koluna Kutsi'yi alıyor, dört yaşında, “kalk Murat” diye sesleniyor bi yandan… Gözlerini ovuştura ovuştura kalkıyor Murat, güya en büyükleri o ama, altı yaşında… Eteğinin ucundan tutuyor anasının geceliğini… Dışardan adeta hüzün abajuru gibi sızan sokak lambasının cılız ışığında, hayalet misali, parmaklarının ucuna basa basa banyoya süzülüp, dördü birden küvete giriyor ve koyun koyuna sarılıyorlar, çıt çıkarmadan, duyulmasın diye nefes bile almadan.

*

Korkunç bekleyiş başlıyor.

*

Bir dakika.
İki dakika.
Üç dakika.
Saniyeler, asırlar gibi uzuyor.

*

Önce şangırtı duyuyorlar.
Pencere.
Kırılıyor.
Sonra ayak sesleri…
Salondalar.
Vahşi haykırışları geliyor.
Ve…
Tekmeyle açılıyor banyo kapısı.
Eokacı üç Rum.
Basıyorlar peşpeşe tetiğe.
Tarıyorlar.
33 el.

 

*



kktc-banyokatliam

(Bu “kanlı noel” gecesi, merhum gazeteci Ömer Sami Coşar tarafından tek kareyle ölümsüzleştirildi. Hafızalarımıza mıh gibi çakılan bu fotoğraf, kanlı noelde yaralanan, kasıklarından boğazına kadar alçıya alınan bir mücahidin sargı bezlerinin arasına saklanarak, Türkiye'ye ulaştırıldı. Bu tek kare fotoğraf, Kıbrıs'ta yaşanan insanlık suçlarını görmezden gelen dünyanın suratına tokat gibi çarptı, Barış Harekatı'na giden sürecin miladı oldu.)

*

Mürüvvet hanımı alnından vurmuşlardı. Yedi yerinden daha.
Murat'tan üç kurşun çıktı.
Kutsi'den iki.

*

Evin direği, baba, tabip binbaşıydı, o sırada evde değildi. Son üç günde 103 Türk köyü basılmıştı, yakılmıştı, ağır yaralılar vardı. Bu yüzden Gönyeli'ye gitmişti, insan kurtarmaya, göreve.

*

Bir babanın başına gelebilecek en büyük felaketi yaşayan bu tabip binbaşı, evlatlarının cenazelerini kendi elleriyle yıkadı. Minik bedenlerini, santim santim yokladı. Hakan'da kurşun izi bulamadı. Çünkü, 10 aylık bebecik… Vücudunu yavrularına siper etmeye çalışan annesinin altında kalmış, nefessizlikten boğularak can vermişti.

*

Sonra?
Rum taburu kurdular oraya.
Nizamiyesine şunu yazdılar:
“Cesursan, gel al!”

*

Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra bu mübarek memlekete toprak kazandıran tek lider, Karaoğlan…
Türk taburu kurdurdu tam oraya.
Nizamiyesine de şunu yazdırdı:
“Cesurum, geldim aldım!”

*

Ve bugün öğreniyoruz ki… KKTC'nin kuruluş yıldönümü için resepsiyon vermişler, genelkurmay başkanı hulusi beyin korumaları, komutan binecek diyerek, 93 yaşındaki Rahşan Ecevit'in asansöre binmesini engellemeye çalışmışlar. Üstelik… Rahşan Ecevit, özel bölümde KKTC büyükelçisi ve başbakan yardımcısıyla birlikte oturan hulusi beyin masasına davet edilmemiş, başka masaya gönderilmiş.

*

Tabip binbaşının aile fotoğrafına bakarak yazıyorum.

*

Asansör paşası… 15 temmuzdan beri yaşananlarla yerin dibine girdiğin yetmiyor, bin o asansöre hangi seviyeye istersen oraya in.

YILMAZ ÖZDİL - SÖZCÜ COM .TR

Trump'ın Maaşı

Trump’ın başkan seçilmesinin şoku kolay kolay atlatılabileceğe benzemiyor. Mine Kırıkkanat, pazar günkü yazısında Paris’e adım atar atmaz takside yaşadığı Trump şokundan söz ediyor ve Mağriplilerin bu fanatik Müslüman karşıtına gösterdikleri olumlu yaklaşımdan duyduğu şaşkınlığı dile getiriyordu. Nilgün Cerrahoğlu alt sağ” faşizmini irdelediği yazısında kendilerine “alternatif sağ” diyenlerin özelliklerini sıralarken, göz dağı yöntemleri ve şiddet kültürünü birinci sıraya koyuyordu.
Yaşadıkça Trump’ın, bir kısmını “biz bu filmi daha önce başka yerde görmüştük” diyeceğimiz marifetlerine teker teker tanık olacağız.
Bunlardan biri de hiç kuşkunuz olmasın ki, popülizm olacak.
Nitekim ABD’nin çiçeği burnunda başkanı daha önce de belirttiği gibi, başkanlık maaşını almayacağını tekrarlamış.
ABD’de başkanlık maaşının yılda 400 bin dolar olduğu düşünülürse, ilk bakışta çıkışın epey fiyakalı olduğu söylenebilir.
Ama ABD Başkanlığı gibi önemli konumdaki birinin vereceği kararların kimi menfaat çevreleri üzerindeki muazzam etkisi göz önünde bulundurulduğunda, başkanlık maaşının bunun yanında devede kulak kalacağını görmek zor olmayacaktır.
Trump gibi serveti milyar dolarları bulan bir kişinin, başkanlık maaşından vazgeçmesi tamamen popülist bir gösteriden başka bir şey değildir.

***

Popülist çıkışlar, faşizan yönetimlerin, halktan yanaymışlar izlenimini yaratmak amacıyla çok sık başvurdukları yöntemlerdir. Bir ülkede, popülizmin başarısıyla, demokrasinin sağlamlığı ters orantılıdır. Yani, demokrasi ne kadar sağlamsa, popülizm o kadar az itibar görür, demokrasi ne kadar çürükse, popülizm o kadar başarılı olur.
Popülizmin en fazla kullandığı motiflerden biri de yöneticilerin ücretleri olmuştur.
Demokrasisi, şu andaki gibi komada olmadığı zamanlarda bile, yine de oldukça sorunlu olan Türkiye’de, milletvekili maaşları, her zaman basının ve kamuoyunun dikkatini fazla çeken bir konu olmuştur.
Seçilmişlerimizin, kendi ücret artışlarının gündeme geldiğindeki telaşları ve şık olmayan davranışlarının kamuoyunda yarattığı infiali bir dereceye kadar mazur gösterebileceği gerçeğini kabul etmekle birlikte, yine de yasama üyelerimizin aylıklarının, yüklendikleri misyonun önemi ve kaçınılmaz masrafları göz önünde bulundurulduğunda hiç de yüksek olmadığını, olaya biraz soğukkanlı ve akılcı yaklaşan herkesin kolayca görebileceğini belirtmek gerek.
Parlamentonun misyonunu layıkıyla yerine getirmemesi, devre dışı bırakılmayı edilgen bir biçimde kabul etmesi halinde doğacak olan zararların ve menfaat çevrelerinin nasiplenmelerinin yanında ücret düzeyi bütünüyle önemsiz bir konu olarak kalmaktadır.
Ama parlamentonun işlevini yerine getirmemesi karşısında ilgisiz kalanların, milletvekili maaşlarını nasıl eleştirdiklerini hep görüyoruz.
Bu da demokrasimizin azgelişmişlik göstergelerinden biridir.

***

Bizde, halktan yana olmak ile popülizmin birbirine karıştırılması sonucunu, milletvekili maaşlarının düşük olmasını istemek solculuk sayılırken, gelişmiş demokrasilerde durum, tersidir. Orada ücretlilerin emekçilerin temsilcisi konumunda olan sol, milletvekili maaşlarının yüksek olmasını savunur. Böylelikle siyaset, geliri yüksek olanların tekelinden kurtarılmış olur.
Siyasetçiye, onun bağımsızlığını sağlayacak, cüzdanı ile vicdanı arasında sıkışmasını önleyecek bir ücret, yarın öbür gün başkalarına muhtaç olmasını engelleyecek emeklilik geliri sağlarken cömert davranmakta yarar vardır.
Çünkü asıl önemli olan bir avuç milletvekilinin aldığı ücret değil, çıkar çevreleriyle olan ilişkisi ve sistemin kurumlarına sahip çıkmaktaki titizliğidir.
Trump’ın maaş almama gösterisine bu açıdan yaklaşıldığında, buram buram popülizm kokan ve başka gerçekleri örtmek isteyen bir oyun olduğunu görmemek mümkün değildir.

ALİ SİRMEN - CUMHURİYET COM TR

Şeref Defteri

Anıtkabir'in bir salonuna konulan altın yaldızlı bir defter devlet büyükleri, siyasal parti sözcüleri, yabancı devlet adamları tarafından imzalanır. Büyük günlerde, iktidardaki ve muhalefetteki politikacılarımız, bu deftere Atatürk'ün izinde olduklarını tekrarlayan cümleler yazarlar. Yönetici beylerimiz her 10 Kasım'da Atatürk'ün manevi huzuruna gelerek saygı duruşu yaparlar. Bunlar, Damat Feritler, Anzavurlar, Çerkez Ethemler, Saidi Nursiler, Derviş Vahdetilerdir. Atatürk'ün yıktığı ne kadar satılmış din sömürücüsü ve yabancı uşağı varsa, hepsi birer birer dirilip demokrasinin vazgeçilmez kişileri olmuşlardır.

Damat Feritler yaşamaktadır. Onlar, yabancı uşaklığının en aşağılık heykelleri olarak Türk siyasal hayatının içindedirler. Anzavurlar yaşamaktadır. Onlar, yabancı paraları ile beslenen irtica kuvvetlerinin kumandanlarıdır. Çerkez Ethemler yaşamaktadır. Onlar Türk halkına ihanetin canlı belgeleri olarak, demeç vermekte, radyolard konuşmakta ve televizyonlarda görünmektedirler. Saidi Nursiler, Derviş Vahdetiler yaşamaktadır. Onlar, hergün gazete sütunlarında 31 Mart hazırlıkları yapmaktadırlar.

Osmanlı Devleti'ni çökerten ve tarihin bataklıklarına sürükleyen nedenler bugün birer birer canlanmıştır. Devlet yine ipoteklidir. Yabancı sermaye yine sömürü ağlarını örmüştür. Türk halkını yabancıların vasiyetine sokmak isteyenler yine büyük koltuklardadır; irtica yine iktidar koltuklarına kadar uzanmıştır.

Bütün bu koşullar ortadayken, Atatürk'ün izinde olduğumuzu söyleyecek ve O'nun ilkelerine bağlılıktan söz edeceğiz! Bütün bu davranışları hangi yüce mahkemenin tutanağında, hangi tarih sayfasında ve utanmazlığın hangi sözlüğünde yer bulunur!?. Türk demokrasisinin tomurcukları, böylesine bir bataklığın içinde yeşermektedir...

Atatürk, tam bağımsız Türkiye için mi savaşmıştı? Bakınız şimdi bağımsızlığımız hangi yabancı şirketin hisse senetlerinde hangi Amerikan subayının apoletlerinde ve hangi devlet başkanının vesayetinde!..

Atatürk laiklik için mi çalıştı? Bakınız, laiklik şimdi kimlerin elinde!.. Cami minberinden iktidar sözcülüğü yapan imam, irtica gezilerine çıkmış müftü; din taciri milletvekili, şimdi iktidarınızın oy depoları!

Atatürk halkçılık mı demişti?.. Bakınız Türk halkının alın terini kimler sömürüyor!... Köy alıp satan ağalar, milyonlar vuran aracılar ve bu aracıların Başkent'teki temsilcileri!..
Atatürk milliyetçilik mi demişti?.. Bakınız, yabancı uşakları, ortaçağ kalıntısı ümmetçiler hep birlikte milliyetçiliğe sahip çıkıyorlar.

Bütün bunları söyleyenler yazanlarsa çevrelerinde her türlü baskıyla karşı karşıyalar. Subaysanız, memursanız, devrimci öğretmenseniz, öğrenciyseniz, üniversitede profesör, doçent ve asistansanız, çevrenizdeki bütün açık ve kapalı güçler sizlerle savaşmak için kutsal ittifaklar kurmuşlardır. Namussuzlar, bütün namuslu aydınlardan, işçiden ve köylüden, aydınlık düşüncelerin hesabını sormaya kalkıyorlar!..

Bugün 10 Kasım... Yine törenler düzenlenecek. Yine şeref defterine "Atatürk izindeyiz" diye yazılacak. Atatürk'ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulunanlar bilsinler ki, bu defter, ancak halkımızın davasına inanmış, tam bağımsızlıktan yana devrimcilerin imzaları ile şereflenir. Türkiye'yi, yeniden bir uçuruma sürüklemiş olan politikacıların imzaları Atatürk'ün şeref defterini kirletmektedir...

Kaynak : Uğur MUMCU - Devrim, 10 Kasım 1970 ( Uyan Gazi Kemal! )

Doktor tivıtıra sorular!..



Doktor tivıtır diyor ki;

"Malum ve meşum bir sorunun demokratik yollardan çözülmesi çağrısında bulundum."

Soru; Bu yol, villadan mı geçiyor?..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Türkiye sıkıntıda sürükleniyor, selin önünü alalım, gerekirse baraj yapalım diyorum."

Soru; Barajın plan ve projesini niye o özel villada yapıyorsunuz?..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Devlet düğümlendi, sistem tıkandı, rejim krize gidiyor uyarısında bulunuyorum."

Soru; E!.. Tamam haklısınız da... Sık sık geceleri Gölbaşı'ndaki o özel villaya neden gidiyorsunuz?.. Orası hastane mi? Ameliyathane mi?.. Devlet meselelerinin görüşüleceği yer o özel villa mı?.. Demokratik platformların suyu mu çıktı?..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Fiilî dayatma var, bu imhanın finali olabilir."

Soru; O villaya gece görüşmelerine katılma konusunda dayatma mı yoksa diyetini öde baskısı mı var?..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Ülkenin nefes darlığı çektiğini, Türk devletinin hukukla yollarını çatallaştırdığını seslendiriyorum, ne gezer sanki duvara konuşuyorum."

Soru; O özel villadaki ağaç ve çiçekler mi nefes darlığımızı açacak?.. Villanın duvarları dile gelirse konuşursa..?

Doktor tivıtır diyor ki;

"Geleceği düşünelim, nesilleri güvenceye alalım, uzlaşıp konuşalım, gerekirse millete gidelim diyorum, burun kıvırıyorlar, sırt dönüyorlar."

Soru; Uzlaşacağınız yerlerin ilk sırasında niye o özel villa var?.. Niye o çok özel kişi var?.. Kendi tabanınızın sesini dinleyip onların vasıtasıyla niye millete gitmeyi hiç düşünmüyorsunuz?.. Size, villadakinin sesi, çilekeş vefakar tabanınızın sesinden daha mı hoş geliyor?.. O villaya giderken siz kime sırtınızı dönmüş oluyorsunuz?..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Ağır kazan geç kaynarmış, bizim ne dediğimizi anlamamakta diretenlerin kafalarında bir sorun yoksa, niyetlerinde bir bulanıklık var demektir."

Soru; Vallahi, tam yerinde tıbbi bir teşhis!.. Kazan gerçekten kaynıyor. Ne dediğimizi biz de anlatamadık diretenler yüzünden. O villada kurulan soğutma kazanları bakalım işe yarayacak mı?.. Ateş düştüğü yeri çoktan yaktı da!..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Tam bir ittifak, tam bir ittihat, tam bir tesanüt ve tazimle meselelerimizin kilidini açalım."

Soru; O özel villanın kilidini size kim, niye verdi?..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Türkiye'nin kuyusunu kazanları kazıyıp atalım. Yiğit düştüğü yerden kalkar. Kahraman kaldığı noktadan yeniden başlar. Türkiye'nin varlığı için kalkalım ve başlayalım."

Cevap ve soru; Sonuna kadar eyvallah. Bu uğurda pilavdan dönenin değil kaşığı kafası kırılsın. Ancaak!.. O çok özel gece yarıları yapılan o özel villa görüşmeleri bir açığa çıksın. Kaldığımız nokta Gölbaşı'ndaki villa mı?.. Tivıtırdan gaz verme operasyonlarını yemiyoruz artık!..

Yardımcı doktor da diyor ki;

"Rejim hasta ve yaralı. Sistem krizde."

Soru; Doktora neden hiç sormuyorsunuz bunun başka bir tedavi yolu yok mu diye?.. Neden hatırlatmıyorsunuz; siz uzman doktor olarak başkanlık sistemine kanser teşhisi koymuştunuz bir zamanlar diye?.. O villada yoksa İngiltere'de yeni keşfedilen bir tedavi türünü mü öğrendiniz diye?..

Yardımcı doktor da diyor ki;

"Millet isterse bu iş biter."

Soru; Var mı doktora söyleme cesaretiniz; önce tabanın bir nabzını tutalım, tansiyonunu ölçelim, koyalım sandığı onların önüne diye?..

Doktor tivıtır diyor ki;

"Kara tahta başına geçip tek tek izah edeceğim."

Cevap; Akıllı tahtayı tercih ediniz!.. Projeyi, Gölbaşı'nda görüştüğünüz o zat, okullarda yaygınlaştırdı. Zaten tebeşir tozuna da alerjimiz var. Aman dikkat edin!.. Bize izah etmeniz için hazırladıkları flaş belleklerdeki programlara virüs bulaştırmamız büyük ihtimal. Sisteminizi çökertiriz. Biz hâlâ orijinal fabrika ayarlarında çalışıyoruz da!..

Not; Doktor tivıtır anlattı; meraklı bir vatandaş olarak ben de sorular sordum. Aman ha!.. Yazdıklarımdan dolayı, kimse gereksiz alınganlıklar göstermesin!..

Kaynak: AHMET TAKAN  - YENİÇAĞ

Cumhuriyet psikolojisi ve Altemur Kılıç..



2001 yılının Mart ayı sonlarında, bir hafta kadar izin kullanmıştım. Tam yazıya başlayacağım günün sabahı Altemur Kılıç, telefonla aradı ve "Arslan neredesin, asıl bugünlerde memlekete lâzımsın, niye yazmıyorsun?" diye sordu.

Altemur ağabey, zaman zaman aramızda ciddi görüş farklılıkları olsa da sesimin daha gür çıkmasını isterdi ama "asıl bugün memlekete lâzımsın" sözleri, bana Cemal Gürsel ile ilgili bir olayı hatırlatmıştı.

Gürsel, nezle olmuş ama Ankara'da basın toplantısı yapmış... "Tam memleketin bana ihtiyacı varken nezle oldum" diye garip bir ifade kullanmış. Ertesi gün haber, bu başlıkla Yeni İstanbul gazetesinde manşet olmuş... Haberi tekzip edememiş ama gazeteyi birkaç günlüğüne kapattırmış.

Altemur Kılıç, uzun süredir uyku halindeydi. Dolayısıyla kendisiyle görüşüp, "Altemur ağabey, neredesin, asıl bugün memlekete lâzımsın niye yazmıyorsun" deme şansım olmadı.

Fakat babası Kılıç Ali, memlekete lâzım olduğu zaman hayatını ortaya koyanlardan biriydi. Dolayısıyla Altemur Kılıç da memleketin iyiye gitmediğini gördüğü için, gözleri görmese de elleri tutmasa da, hafızası yerindeyken yazmaya devam etti. Bir insan, ölümle pençeleşirken, neden gazetede yazmak ister? Bunun sebebi, babasından kendisine kalan genetik bir vazife duygusuydu herhalde..

***

Biz Altemur ağabey ile iki konuda karşı karşıya kaldık. Birisi 1991 yılında Çekiç Güç'ün Türkiye'ye yerleşmesi idi, diğeri de 2003'teki 1 Mart tezkeresi.. İki konu da Türkiye'nin geleceğiyle ilgiliydi. Nitekim Çekiç, Güç Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurdu. 1 Mart tezkeresi öncesinde Altemur ağabey, tezkereci bir generali eleştirdiğim yazıma, yine Yeniçağ sütunlarında "Milliyetçi gerçekçilik" yazısıyla cevap vermişti. Kılıç, "Ben kişisel olarak Türkiye'nin öz çıkarlarının korunması hususunda Arslan Bulut ve diğer yazar arkadaşlarımızla tam mutabakat halindeyim. Ancak bir noktadan sonra, kendi öz çıkarlarımızın tarafsız kalmakla korunamayacağına inanıyorum. Şimdi mesele hangi tarafta yer alırsak veya bitaraf kalırsak tehditleri ve tehlikeleri etkili olarak karşılayacağımızın düşünülmesi... Milliyetçi duyarlılıklarımızı korumalıyız ama gerçekçi de olmalıyız" demişti.

Altemur Kılıç, "Kılıç'tan Kılıç'a" adlı kitabında ise Özal'ın kendisine "Bir Türk-Kürt federasyonu güzel olabilir" dediğini yazmıştı. Bugün Türkiye'nin başındaki PKK terörü ile ulaşılmak istenen ara hedef buydu. Fakat ben buna da karşı çıkıyor ve "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım. Yani Kerkük-Musul'u alacağız derken Diyarbakır'dan olmayalım" diyordum.

Kılıç, bu olaylardan yıllar sonra her iki konuda da haklı çıktığımı söylemişti. Öyle ki artık yazmadığım zaman sitem ediyordu..

***

2008 yılında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir yazısında kendisine "pervasız kabadayı" dediği için, o zaman 84 yaşında olan Altemur Kılıç'a dava açmıştı. Mahkemenin mahkûmiyet kararını Yargıtay bozmuş ve "pervasız kabadayı" demenin suç olmadığına karar vermişti. Yerel mahkeme de bu karara uymuştu. Fakat sonuçta Tayyip Bey'in avukatı, Altemur Kılıç'ın vekâletnamesinde eksiklik olduğu gerekçesiyle kararın onun adına temyiz edilmediğini belirterek kendisini mahkûm ettirmişti. 20 bin liradan fazla bir tazminat için Altemur Kılıç'ın hesaplarına haciz konulmuştu..

Tayyip Bey'in pervasızlığı bugün de devam ediyor. Üstelik bu pervasızlık içerde kalsa neyse de uluslararası ilişkilerde kabadayılık sökmez!

Altemur ağabey, Tayyip Erdoğan'ın "1923 psikolojisi"nin yerine, Devlet Bahçeli'nin desteğiyle "15 Temmuz psikolojisi"ni koymak istediğinden haberdar olamadı. Çünkü durumu uzun süredir ağırdı. Fakat hepimiz biliyoruz ki Cumhuriyet psikolojisini gözlerini kapatana kadar savundu. Allah rahmet eylesin.

Kaynak:  Arslan BULUT- YENİÇAĞ


© Copyright 2019 Kemalistler | All Right Reserved